Her şey bir salı gecesi başladı, herkesin televizyon
karşısında zaman harcadığı sıradan bir salı gecesinde.. Öyle Bir Geçer Zaman
ki’nin Soner’inin Aylin’ine olan aşkının imzaya döküleceği ve bir ömür boyu
mutlu olacaklarını sandıkları o günde.. hiç beklemedikleri bir darbe almıştı mutlu
aşıklar, birinin kardeşi diğerinin eski kocası olan Murat, abisinin gözlerinin
önünde intihar etmişti! Ne olacaktı şimdi? Neden böyle bir şey yaptı ki? Herkes
kendince yorumladı olayı, bir oraya bir buraya çektiler Murat’ın gösterişli ve
bir o kadar da etkili olan intiharını. Murat’ın intiharı, savaş ortasında
mermisiz kalan ve en yakınlarından kurşun yiyen askerin, yaralı haliyle, son
mermisini yine en yakınlarına atmasının ve tam isabet ettirmesinin yegane
yoluydu kendince.. Zaten bütün intiharlarda geride kalanlar, kendilerini suçlu
hissederler ve bu acıyı ömür boyu taşırlardı.. Böylece intihar amacına
ulaşırdı.
Yalnızca Japon edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en
önemli ve üzerinde en çok tartışılmış yazarlarından biri olan Yukio Mişima da
Murat gibi “lanet olası dünyada” istediğini bulamamıştı ve ölümü tercih
etmişti. Hem de herkesin gözü önünde ama bir farkla Murat gibi yalancıktan
olmamıştı ölümü, canlı yayında sokmuştu kılıcı kendine, gerçek kanını dökmüştü
döşemenin üstüne.. Sebebi neydi? Neden kıydı canına? Belki cinsel tercihiydi
kendini karanlığa iten el, belki de Japonya’nın geleceğinde gördüğü
huzursuzluktu.. Bu huzursuzluğu bir türlü düzeltemiyordu da zaten. Ne
yapabilirdi ki.. Elinden gelen en kötü şeyi, ölümünü sunabilmişti insanlara. İnsanlar
bundan sonra anlardı artık, bugüne kadar anlamadıkları Yukio Mişima’yı ve onun
mutlaka anlaşılması gereken düşüncelerini! Gerçekten öyle miydi? Yukio Mişima,
kendi ölümsüzlüğünü mü kazanmıştı "spectacular" hareketiyle? Cevabı
kişiye göre değişse de ağırlıklı olan yanıt: hayırdı..
Bir de Batıdan verelim ölümlü örneğini; Ernest Hemingway:
Hayatının sonlarına doğru her şeyin boş olduğuna dair fikirlerinin olduğu
söylenmekteydi. Bunun sonucunda 62 yaşında babası ve annesinin öz oğlu olduğunu
ispat edercesine av tüfeği ile kendini vurarak yaşamına son verdi. Nobel ve
Pulitzer Ödülü sahibiydi. “Onur”luydu alanında en iyilerinin arasındaydı..
Yazının babasıydı.. babalar ne yapardı? Yazarlar hem de çok iyi yazanlar nasıl
ölmeliydi? Kahramanları gibi yazarların da zor durumlarda gururlarını
korumaları gerekirdi. Tutkulu bir yaşamın ardından, onlarca baş yapıtın
arasından çıkan bir yazarın zirvede bırakması gerekir (miy)di. Hemingway de
öyle yaptı zirvede bıraktı! Mişima gibi gözler önünde kana boyamayacaktı
kendini mütevazi ve derinden bir eser daha yazmalıydı, onurundan başka ne vardı
bu “lanet olası dünyada”.. İntihar da en onurlu ölümdü ona göre.. Geriye ne
bıraktı? Onlarca eser.. Merakımdan soruyorum, ABD’nin dışında/ Dünyada ilk on
romancının arasında yeri neredeydi? Ya da var mıydı ilk onda Hemingway diye
biri?..
Bu kadar önemli kişiler bile mesajını kanla veriyorlarsa
Murat'ın yaptığı zaten kabul edilebilir bir ölümdü..
Şimdi de Anadolu'dan bir örnek verelim.. 16 yaşındaki kızının
doğum gününü sabırsızlıkla bekleyen Osman Bey, aldığı hediyenin tam da kızının
istediği türden bir elbise olduğunu kafasında yoğurmuştu günlerce.. tam bir
hafta vardı biricik Nazlı'sının doğduğu o güzel güne.. ne kadar da çok
sevinmişti o doğduğunda sanki dünyalar onun olmuştu. Hayatının en önemli
anlarının bir çoğunda Nazlısı vardı.. Annesiz büyütmüştü onu, yıllar önce
karşıdan karşıya geçerken kamyonun ayırdığı annesi olmadan..
Ama bir gün önce kavga etmişlerdi Nazlısıyla, son günlerde
biraz fazla tartışıyorlardı sanki.. Ne olduğunu da anlayamıyordu bir türlü ne
de olsa kız babasıydı her şeyini anlayamaması normaldi zaten..
Günlerden Salıydı akşam oturmuş Televizyon izliyorlardı baba
kız.. birbirlerine tek kelime etmeden.. İzledikleri dizide kendine ihanet
edildiğini düşünen karakter en yakınlarına, hainlere çok güzel ve unutulmayacak
bir ders vermişti: intihar etmişti.. sadece o ölmemişti geride kalanlarda
ölmüştü onunla birlikte.. toprağın altına girmeseler de.
Baba şok olmuş izlediklerinin çok saçma olduğunu söylenip
kanalı değiştirmişti. Nazlı sıkıldığını belirtir bir şekilde omuzlarını
silkerek odasının yolunu tutmuştu..
Her zamanki gibi sıradan günler geçiren Osman Bey Cumartesi
sabahı hazırladığı kahvaltıya kızını çağırıyor Nazlısı bir türlü
"geliyorum babacım" demiyordu. Adı üstünde ne de olsa Nazlıydı.
odasına girdiğinde karşılaştığı manzara Osman Beyi ölmeden önce ölmenin ne
demek olduğunu tarif eden görsellikte idi..
Biriciği, her şeyi.. Nazlısı "yok"tu artık.. Neden
diye düşünemiyordu bile.. ne de olsa dünyadaki hiç bir baba kızının intiharına
bir neden bulamazdı.. iki gün sonra 17 sine girecek daha bir genç, daha bir
güzel olacaktı ama olmadı..
Herkesin son bir mesajı olur içinde, ölümün hemen öncesine
sakladığı. Bazen en sevdiğine iletilir bu mesaj, bazen de düşmanın ta
kendisine. Ancak bu son mesajın gücü ölümün şeklinden ziyade ölenin yaşamında
bıraktıklarında saklanırdı.. Nazlının mesajı neydi? O bile anlaşılamamıştı..
Yoksa öylesine bir ergenlik bunalımına mı girmişti? Ama bir dakika ergenlik
bunalımının çözümü intihar mı olmalıydı? Kim önermişti bu çözümü? Ya da kim
göstermişti böyle saçma sapan bir çözüm yöntemini?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder