6 Ekim 2012 Cumartesi

Dikkat Dağınıklığı Diye Bir Şey Var!



Orta yaşlarda dikkat dağınıklığı, yorucu bir geçmişten gelip şimdinin ağırlığını taşımakta zorlananların hastalığıdır. İşin kötü tarafı hiç istemesem de beni de esir almış gibi görünüyor..
Bu hastalığın çaresi (hastayı fazla yormadan yapılacak tedavi ile) bulunmadan olmayacak..

29 Nisan 2012 Pazar

Teşekkürler..

Hattori Hanzo'nun Evinde kılıcının bitmesini bekleyen "Gelin"in yegane özüdür teşekkür.. Gelin, alamayacağı bir Hattori Hanzo Kılıcı'nın nelere mal olacağını çok iyi bilir..

27 Aralık 2011 Salı

Sultan Selahaddin El Kürdi / Reha ÇAMUROĞLU


 

"Sultan Selahaddin El Kürdi" kitabı, Elinize ilk aldığınızda "bu mu yani" dedirtecek kapak tasarımı ve basım kalitesine sahip olsa da, Reha  ÇAMUROĞLU 'nun hatırına okuyalım bakalım dediğiniz kitaplardan. Kapağını açıp okumaya başladığınızda, Yusufların güzel hikayelerinden birini okumaya başladığınızı anlıyorsunuz hemencecik. ÇAMUROĞLU, sade, zaman zaman da ağdalı üslubu ile zarif bir savaşçının tekamülünü gözler önüne sermektedir. Sultan Selahaddin'i uğruna canını vermeye hazır olduğu davası ile Kudüs'e, aşık  olduğu dünya ile Şam ve İsmet'e (eşi) bağlamıştır. Bu yönüyle çift kanatlı mekanizma ile oluşturulmuş eser, her ne kadar Kudüs tarafındaki fırtınalı bağlılığı yansıtmada sorunlar yaşasa da başarılı bir örgüyle ilerlemiştir.  Eser bir yandan Sultan Selahaddin'in naif ve kırılgan yapısıyla en sert ve geçilmez engelleri nasıl aştığını anlatırken, diğer yandan Haçlı Seferlerinin İslam Dünyasında oluşturduğu tahribatı ve bu tahribatın altında yatan nedenleri irdelemektedir. Sonuçta kitap, kahramanımız Sultan Selahaddin'in ölüm anını gözler önününe sererken okuyucuya "keşke ölmeseydi! yapacak daha çok işi varmış" dedirtmeyi başarmıştır. 


Eser:      Sultan Selahaddin El Kürdi
Yazar:     Reha  ÇAMUROĞLU
Yayınevi: Everest Yayınları / Aralık 2011 - 1. Baskı

25 Aralık 2011 Pazar

Hangisi Gerçek: Sokak mı Sosyal Medya mı?


Soru 1: Son günlerde nüfuz alanını oldukça genişlettiği düşünülen "Sosyal Medyanın Etki Çevresi", gerçekten zannedildiği kadar büyük müdür?

Alt Soru 1: Herhangi bir siyasi kişi sadece sosyal medya sayesinde siyasette başarılı olabilir mi?

Alt Soru 2: Sosyal medya gerçek gündemi yansıtabiliyor mu?

Alt Soru 3: Sosyal medya sokağa dokunabilecek seviyede midir?

Örnek: Gerçek gündemden kopup kopmadığını öğrenmek isteyen Gazete Editörü Hakan Çelik evden işe giderken taksiye binmeye karar verir...

Hakan Çelik: Günaydın

Taksici: Günaydın, hoş geldiniz.

Hakan Çelik: ... Plazaya

Taksici: Hızlı mı olsun? Normal mi?

Hakan Çelik: !!? sen nasıl istersen

Taksici: Gazetecisiniz galiba

Hakan Çelik: Evet, öyle

Taksici: Sizin de işiniz zor olsa gerek.. Bir orada bir burada

Hakan Çelik: Ne yapalım her iş gibi zor tarafları da var

---- konuşma böyle devam eder gider...

Sonuç: Hakan Çelik'in daha çok taksiye binmesi gerekecektir.. Hafta sonları da gözüne kestirdiği kahvehanelere başlamayı planlamaktadır...

Sonucun Sonucu: Toplum iki kutuplu olmaya doğru gidiyor

1) Sokaktakiler

2) Sosyal medyadakiler

---şimdilik sokak önde..





İntihar: Göstere Göstere Ölüm



Her şey bir salı gecesi başladı, herkesin televizyon karşısında zaman harcadığı sıradan bir salı gecesinde.. Öyle Bir Geçer Zaman ki’nin Soner’inin Aylin’ine olan aşkının imzaya döküleceği ve bir ömür boyu mutlu olacaklarını sandıkları o günde.. hiç beklemedikleri bir darbe almıştı mutlu aşıklar, birinin kardeşi diğerinin eski kocası olan Murat, abisinin gözlerinin önünde intihar etmişti! Ne olacaktı şimdi? Neden böyle bir şey yaptı ki? Herkes kendince yorumladı olayı, bir oraya bir buraya çektiler Murat’ın gösterişli ve bir o kadar da etkili olan intiharını. Murat’ın intiharı, savaş ortasında mermisiz kalan ve en yakınlarından kurşun yiyen askerin, yaralı haliyle, son mermisini yine en yakınlarına atmasının ve tam isabet ettirmesinin yegane yoluydu kendince.. Zaten bütün intiharlarda geride kalanlar, kendilerini suçlu hissederler ve bu acıyı ömür boyu taşırlardı.. Böylece intihar amacına ulaşırdı.



Yalnızca Japon edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en önemli ve üzerinde en çok tartışılmış yazarlarından biri olan Yukio Mişima da Murat gibi “lanet olası dünyada” istediğini bulamamıştı ve ölümü tercih etmişti. Hem de herkesin gözü önünde ama bir farkla Murat gibi yalancıktan olmamıştı ölümü, canlı yayında sokmuştu kılıcı kendine, gerçek kanını dökmüştü döşemenin üstüne.. Sebebi neydi? Neden kıydı canına? Belki cinsel tercihiydi kendini karanlığa iten el, belki de Japonya’nın geleceğinde gördüğü huzursuzluktu.. Bu huzursuzluğu bir türlü düzeltemiyordu da zaten. Ne yapabilirdi ki.. Elinden gelen en kötü şeyi, ölümünü sunabilmişti insanlara. İnsanlar bundan sonra anlardı artık, bugüne kadar anlamadıkları Yukio Mişima’yı ve onun mutlaka anlaşılması gereken düşüncelerini! Gerçekten öyle miydi? Yukio Mişima, kendi ölümsüzlüğünü mü kazanmıştı "spectacular" hareketiyle? Cevabı kişiye göre değişse de ağırlıklı olan yanıt: hayırdı..  




Bir de Batıdan verelim ölümlü örneğini; Ernest Hemingway: Hayatının sonlarına doğru her şeyin boş olduğuna dair fikirlerinin olduğu söylenmekteydi. Bunun sonucunda 62 yaşında babası ve annesinin öz oğlu olduğunu ispat edercesine av tüfeği ile kendini vurarak yaşamına son verdi. Nobel ve Pulitzer Ödülü sahibiydi. “Onur”luydu alanında en iyilerinin arasındaydı.. Yazının babasıydı.. babalar ne yapardı? Yazarlar hem de çok iyi yazanlar nasıl ölmeliydi? Kahramanları gibi yazarların da zor durumlarda gururlarını korumaları gerekirdi. Tutkulu bir yaşamın ardından, onlarca baş yapıtın arasından çıkan bir yazarın zirvede bırakması gerekir (miy)di. Hemingway de öyle yaptı zirvede bıraktı! Mişima gibi gözler önünde kana boyamayacaktı kendini mütevazi ve derinden bir eser daha yazmalıydı, onurundan başka ne vardı bu “lanet olası dünyada”.. İntihar da en onurlu ölümdü ona göre.. Geriye ne bıraktı? Onlarca eser.. Merakımdan soruyorum, ABD’nin dışında/ Dünyada ilk on romancının arasında yeri neredeydi? Ya da var mıydı ilk onda Hemingway diye biri?..


Bu kadar önemli kişiler bile mesajını kanla veriyorlarsa Murat'ın yaptığı zaten kabul edilebilir bir ölümdü..
Şimdi de Anadolu'dan bir örnek verelim.. 16 yaşındaki kızının doğum gününü sabırsızlıkla bekleyen Osman Bey, aldığı hediyenin tam da kızının istediği türden bir elbise olduğunu kafasında yoğurmuştu günlerce.. tam bir hafta vardı biricik Nazlı'sının doğduğu o güzel güne.. ne kadar da çok sevinmişti o doğduğunda sanki dünyalar onun olmuştu. Hayatının en önemli anlarının bir çoğunda Nazlısı vardı.. Annesiz büyütmüştü onu, yıllar önce karşıdan karşıya geçerken kamyonun ayırdığı annesi olmadan..
Ama bir gün önce kavga etmişlerdi Nazlısıyla, son günlerde biraz fazla tartışıyorlardı sanki.. Ne olduğunu da anlayamıyordu bir türlü ne de olsa kız babasıydı her şeyini anlayamaması normaldi zaten.. 
Günlerden Salıydı akşam oturmuş Televizyon izliyorlardı baba kız.. birbirlerine tek kelime etmeden.. İzledikleri dizide kendine ihanet edildiğini düşünen karakter en yakınlarına, hainlere çok güzel ve unutulmayacak bir ders vermişti: intihar etmişti.. sadece o ölmemişti geride kalanlarda ölmüştü onunla birlikte.. toprağın altına girmeseler de.

Baba şok olmuş izlediklerinin çok saçma olduğunu söylenip kanalı değiştirmişti. Nazlı sıkıldığını belirtir bir şekilde omuzlarını silkerek odasının yolunu tutmuştu..

Her zamanki gibi sıradan günler geçiren Osman Bey Cumartesi sabahı hazırladığı kahvaltıya kızını çağırıyor Nazlısı bir türlü "geliyorum babacım" demiyordu. Adı üstünde ne de olsa Nazlıydı. odasına girdiğinde karşılaştığı manzara Osman Beyi ölmeden önce ölmenin ne demek olduğunu tarif eden görsellikte idi.. 


Biriciği, her şeyi.. Nazlısı "yok"tu artık.. Neden diye düşünemiyordu bile.. ne de olsa dünyadaki hiç bir baba kızının intiharına bir neden bulamazdı.. iki gün sonra 17 sine girecek daha bir genç, daha bir güzel olacaktı ama olmadı..
Herkesin son bir mesajı olur içinde, ölümün hemen öncesine sakladığı. Bazen en sevdiğine iletilir bu mesaj, bazen de düşmanın ta kendisine. Ancak bu son mesajın gücü ölümün şeklinden ziyade ölenin yaşamında bıraktıklarında saklanırdı.. Nazlının mesajı neydi? O bile anlaşılamamıştı.. Yoksa öylesine bir ergenlik bunalımına mı girmişti? Ama bir dakika ergenlik bunalımının çözümü intihar mı olmalıydı? Kim önermişti bu çözümü? Ya da kim göstermişti böyle saçma sapan bir çözüm yöntemini?..